Müceddid Mahmûd Efendi Hazretleri'nin Hayatı
HAZRET-İ MEVLÂNÂ eş-ŞEYH MAHMÛD en-NAKŞİBENDÎ el-MÜCEDDİDÎ el-HÂLİDÎ el-ÛFÎ
TEVELLÜDÜ VE AİLESİNİN SALÂHI
Mahmûd Efendi Hazretleri 1929'da Trabzon vilâyetinin Of kazasının Miço (Tavşanlı) köyünde doğdu. Babası Mustafa oğlu Ali Efendi, annesi Tufan kızı Fâtıma Hanımefendi verâ ve takva ile maruf muhterem kimseler idiler.
Mahmûd Efendi Hazretleri 1929'da Trabzon vilâyetinin Of kazasının Miço (Tavşanlı) köyünde doğdu. Babası Mustafa oğlu Ali Efendi, annesi Tufan kızı Fâtıma Hanımefendi verâ ve takva ile maruf muhterem kimseler idiler. Ali Efendi köyün camisinde imamlık yapar, aynı zamanda kendi tarlasında da ziraatla meşgul olurdu. Tarlası câmiye uzak olmasına rağmen vazifesini hiç aksatmaz, mutlaka câmiye gelir, ezan okur ve namazı kıldırırdı.
Bazen köylüler ziraatla meşgul olduklarından câmiye gelemezler, Ali Efendi namazı tek başına kılmak zorunda kalacağını bildiği halde işini bırakır, yine de namazını câmide kılardı.
Ali Efendi ibadetine düşkün, çokça Kur'ân okuyan kanaat ehli bir kimse idi. 1954 senesinde zorluklarla biriktirdiği parasıyla hacca gitti ve Mekke-i Mükerreme'de rahatsızlanarak vefat edip Cennetü'l-Muallâ'da, daha önce orada vefat etmiş bulunan babası Mustafa Efendi'nin yakınına defnedildi.
Annesi Fâtıma Hanım kul haklarına çok dikkat ederdi. İneklerini meraya götürürken kimsenin bahçesinden otlamasın diye ağızlarını bağlardı. Kazara bir ineği başkasının bahçesinden otlayacak olsa hemen sahibinden helallik ister ve o inekten sağdığı sütün tamamını bahçe sahibine verirdi.
İLME BAŞLAMASI, HOCALARI VE İCAZETİ
Mahmûd Efendi Hazretleri altı yaşındayken hafızlığını babası ve annesinde yaptı. Ailesinin ve yetiştiği çevrenin dindarlığının da etkisiyle küçük yaşına rağmen namazları câmide kılıyor, nafile ibadetlere de ihtimam gösteriyordu.
Hafızlığını bitirdikten sonra Ramazan ayında Kayseri'ye gidip o bölgenin muteber ulemâsından olan Tesbihcizade Ahmed Efendi'den sarf, nahiv ve Farsça okudu. Kayseri'de bir sene kaldıktan sonra memleketi Of'a dönerek zamanın en meşhur kıraat âlimi Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu Hoca Efendi'den Kur'ân-ı Kerîm kıraat etti.
Belağat, ilm-i kelam, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl-ü fıkh gibi sâir ulûm-i şeriyyeyi ise aklî ve naklî ilimlerde mütehassıs ulemâdan ve Süleymaniye Medresesi dersiâmlarından olan eniştesi Çalekli Hacı Dursun Fevzi Efendi'den ikmal ederek henüz on altı yaşında iken icazet aldı.
Kendisi okurken okutmaya başladığı talebelerini yedi sene kadar okuttuktan sonra askere gitmeden icazet verdi (ki o tarihlerde bu, başarılması çok zor bir işti).
Askerde bulunduğu sırada ise hayatının seyrini değiştirecek olan en büyük üstadı ve şeyhi Ali Haydar Efendi'yle tanıştı. Ali Haydar Efendi Hazretleri Osmanlı sultanlarından son dört padişahın huzur hocalarından olup, Meşîhat-ı İslâmiyye'de Hey'et-i Te'lîfiyye Reisi idi.
Müteassıb bir Hanefî olan Ali Haydar Efendi "Mezâhib-i erbe?anın fıkıh kitapları kaybolsa hepsini ezberden yazdırabilirim" diyecek derecede dört mezhebin fıkhına da vâkıf biriydi ve aynı zamanda dört mezheb müftüsüydü. Mecelle'nin "Büyu ve icâre" bölümünün hazırlanması Kendisine tevdî edilmiş, Seçtiği sekiz kişilik ilmî bir heyetle bu kısmı itmam etmişti. Daha sonra İstanbul müftülüğü ve diyanet işleri reisliği yapmış olan Ömer Nasûhi Bilmen gibi muktedir bir fakîh bu heyette Kendisinin dördüncü kâtibiydi.
Ali Haydar Efendi son devir Osmanlı ulemâsının en büyüklerinden sayılan merhum Zâhidü'l-Kevserî'ye bir fetvasından dolayı Meşîhat'ta çıkışmış, sonra Kahire'ye gidecek olan talebesi Emin Saraç Hoca Efendi ile: "O şimdi muhâcir oldu, ben bir defa kendisine çıkışmış idim, hakkını bana helal etsin" diye kendisine haber gönderdiğinde Zâhidü'l-Kevserî: "O bizim üstadımızdır, her zaman bize çıkışma hakkına sahiptir" diye kendisinden övgüyle bahsetmişti.
İşte Mahmûd Efendi murad (Allâh-u Te?âlâ tarafından seçilmiş) kullardan olduğu için böyle büyük bir âlim ve şeyh olan Ali Haydar Efendi Kendisinin ayağına gönderildi, şöyle ki: Ali Haydar Efendi'nin kırk sene evvel vefat etmiş olup Bandırma'da medfun bulunan şeyhi Ali Rıza Bezzaz Hazretleri bir gece İstanbul'daki tekkede bulunan Ali Haydar Efendi Hazretleri'ne mânevî yolla zuhur edip, o günlerde orada askerde bulunan Mahmûd Efendi'yi takdim ederek: "Bandırma'ya hemen gel ve buradaki emaneti al" diye emir buyurmuş.
Bunun üzerine Ali Haydar Efendi derhal Bandırma'ya gidip Tekke Câmii'ne varmış ve yanında bulunan müridlerine: "Burada bir asker var, onu bulun ve bana getirin" buyurmuş. Bu emir üzerine Bandırma'da bir asker aramaya başlamışlar. Fakat bu askerin adı, soyadı ve adresi olmadığı için işleri hiç de kolay olmamış.
Bundan sonrasını Mahmûd Efendi Hazretleri şöyle anlatır: "Küçük yaşlarımdan beri âlimlere ve şeyhlere karşı muhabbetim vardı. Nerede bir âlim, bir Allâh dostu olduğunu öğrensem onu ziyaret ederdim. Bandırma'da acemi birliğinde askerlik yapıyorken orada da ziyaret edip, duasını alabileceğim âlim bir zat, bir şeyh efendi var mı diye merak ediyordum. Orada Halil Efendi isminde takva sahibi bir zat vardı. Bir keresinde ona: 'Buralarda şeyh yok mu?' diye sordum. O da bana Ali Rıza Bezzaz Efendi Hazretleri'nin kabrini göstererek: 'Bu zatın halîfesi var, lakin O da İstanbul'da' dedi.
Bunun üzerine ben o zatın kabrini ziyaret ettim. O'nun halîfesini de ziyaret edip duasını almayı arzu ettiğim için, 'Bir fırsatını bulup İstanbul'a nasıl gidebilirim?' diye düşünmeye başladım, işte o anda kalbim O zata doğru aktı. Artık daima O'nu düşünür oldum.
Bir gün Bandırma'da deniz kenarındaki Haydar Çavuş Câmii'nde cuma namazını eda ettim. Namazdan sonra câminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûranî bir zat gördüm. Bana padişah gibi heybetli geldi. O zatın kim olduğunu sorduğumda bana: 'İşte O zat Senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleri'dir' dediler.
Çok sevindim ve O'nunla görüşmek istedim. Fakat yakınları temkinli davranıp bana: 'Zaman çok kötü, bu zat takipte. Gece gelirsen görüşürsün' dediler. Gece gittiğimde rahatsız olduğu için erken yatmıştı. Kendisiyle ancak ertesi gün görüşmek nasip oldu, huzuruna girdiğimde beni görür görmez: 'İşte kitaplarımı teslim edeceğim kişi budur' dedi. Böylece görüşüp tanıştık, Beni Kendisine mânen Şeyhi'nin teslim ettiğini bildirdi ve Kendisinden ayrılmamamı tenbih etti, bir daha da O'nu hiç bırakmadım."
İLME VERDİĞİ ÖNEM VE DÎNÎ İLİMLERİ NEŞRİ
Şeyhi Ali Haydar Efendi'nin vefatıyla Mahmûd Efendi Hazretleri'nin hayatında yeni bir merhale başlamış oldu. Bir taraftan imamlık yaparak cemaatle, bir taraftan talebe okutmakla, diğer bir taraftan da Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin vasiyeti vechile tarikat ehli ihvanı irşâd ile meşgul oluyordu.
İmamlık yaptığı İsmailağa Câmii'ni hem tekke hem medrese hem de emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i ani'l-münker merkezi olarak kullanıyordu. Osmanlı medreselerinde takib edilen usul üzere daha askere gitmeden önce memleketinde birçok talebe okutmuş ve birçok kimselere icazet vermiş olan Mahmûd Efendi Hazretleri'nden İstanbul'da da birçok imam, vâiz ve müftü ders aldı.
Kendisi daima insanları ilme, amele ve ihlasa teşvik etti. O zamanlarda ilim okumak ve okutmak hele ki sünnet-i seniyyeden taviz vermeden bu işi yapmak hiç de kolay değildi.
Köylerde cenazeleri kaldıracak, ramazanlarda teravih kıldıracak ve mukabele okuyacak kişileri bulmak bile zor hale gelmişti. Avam halk Kur'ân-ı Kerîm'i okuyamaz, namaz kılmayı bilemez, dînî vecîbelerden bîhaber ve dahî îman şartlarını sayamaz ve kelime-i şehâdeti bile telaffuz edemez hale gelmişti.
On sekiz sene ezân-ı Muhammedî Türkçe okutulmuş, Arapça okuyanlar takibe uğrayıp cezalandırılmıştı. Din adamları ve mütedeyyin insanlar basın-yayın organları kullanılarak kötülenmiş, iftiralar atılarak halkın nazarından düşürülmeye çalışılmıştı ve bu işte oldukça mesafe de kat edilmişti.
Sakallılar, sarıklılar papaz diye yaftalanmış, çarşaflılar öcü gösterilmiş ve hatta fahişe ithamlarına hedef kılınmışlardı. Bu maksatla nice filimler, tiyatrolar ve piyesler düzenlenmişti. Bu iş meydanlarda çarşaf çıkarma merasimleri icra etmeye kadar varmıştı. İlkokuldan itibaren çocuklar bu telkinlerle büyütülmeye başlanmıştı. İnsanlar körü körüne Avrupa'yı taklit etmeye teşvik edilmiş ve bu hususta bütün ölçüler ayakaltına alınarak her türlü rezalet açıktan işlenir hale gelmişti.
Dînî ilimleri içeren kitaplar bir yana Kur'ân-ı Kerîm okumak bile yasaklanmıştı. Bu şartlar altında dînini öğrenmek isteyenler dağlarda, mağaralarda, ahırlarda ve mezarlıklarda köşe bucak kaçarak, dışarılara nöbetçiler bırakarak ders okumaya çalışıyorlardı.
Kur'ân-ı Kerîm'i Arapçasından okuyabilmenin bile ulaşılması çok zor bir iş olduğu bu ağır şartlar içerisinde Mahmûd Efendi Hazretleri'nin kırk-elli senelik kısa bir zaman zarfında erkekli kadınlı binlerce hoca, on binlerce talebe yetiştirmesinin ve milyonlarla ifade edilen sakallı erkeklerin ve çarşaflı kadınların yetişmesine sebep olmasının her türlü takdirin fevkınde bir hizmet olduğu âşikardır.
On beş-on altı yaşlarındaki gençlerin sakallarına jilet vurmaması, sarık, şalvar, cübbe giymeleri, hafızlık yapmaları ve Kur'ân ilimlerini tahsil etmeleri, genç kızların çarşaf giymeleri ve küçük yaşlarda Kur'ân'ın manasını anlayacak seviyeye ulaşmaları hiç şüphesiz büyük bir gayretin ve yüce bir mânevî tasarrufun eseridir.
Mahmûd Efendi Hazretleri hemen hemen bütün illeri, kasabaları ve binlerce köyü gezerek emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i ani'l-münker yaparken daima insanları ilim öğrenmeye çağırıp durdu. Kendisine "Bir emriniz, bir arzunuz var mı?" diye soranlara "Her mahalleye bir kız bir erkek medresesi yapın" diye cevap verirdi.
Kendisinin ilme teşvik babındaki bazı sözleri şöyledir:
"Ey talebeler! Sizler, kurumuş toprakların yağmur yüklü bulutları, direksiz kubbenin direklerisiniz."
"Ömrümden üç nefesim kalsa size okuyun, okuyun, okuyun derim."
"Sizin yerinizde olsam bu sabah kahvaltı yapmadan ilme başlardım."
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin yaşadığı zamana ve Türkiye şartlarındaki insanların ahvâline göre ilmi artırmada kullandığı tedrîcî üslub hayret vericidir.
Hatta bâzı ilim ehli kimseler bu husustaki inceliğe muttalî olamadıklarından kendisini tenkid bile etmişlerdir. Çünkü insanlara "Emsile, Bina, Avâmil okuyun yeter" diyerek ilme teşvik ediyordu.
Kur'ân-ı Kerîm okumayı dahi bilmeyen, geçim derdine düşmüş bir millete "On beş-yirmi sene ilim okumalısınız" demiş olsaydı acaba bu ilmi kim kabul ederdi.
Bir zaman sonra ilmî seviyeyi yükseltip zikrolunan kitaplara İzhar ve İzzî gibi diğer kitapları eklemiş ve "İzhar okuyan hocadır" buyurarak insanları heveslendirmişti.
Daha sonra bu kitaplara Kâfiye, Molla Câmî, Nûru'l-îzah, Mülteka, Telhis, Şerhu'l-Emalî, Şerhu'l-akaid gibi daha yüksek kitapları ekledi.
İlmin temelini bu şekilde atarak birçok talebeler yetiştiren Mahmûd Efendi Hazretleri bunlarla da yetinmeyip "Mülteka ezberlenmeli", "Hidâye okunmalı", "Mülteka'nın şerhi Mecmeu'l-enhur'u anlayarak okuyup bitirmeyene hoca demem" gibi sözlerle ilmî seviyeyi daha da yükseltti.
Artık "Uzun uzun tefsirler, uzun uzun hadisler, fıkıhlar okuyun" diyor ve hoca olduktan sonra yedi sene fıkıh ihtisası yapılması gerektiğini söyleyerek içindeki niyetini dile getiriyordu.
Bu arada kadınların cahil kalmalarına gönlü razı olmadığından bu konuda da yeni bir çalışma yapıyordu. Kadınlara İslamiyet'i en kolay yine kadınlar anlatabileceği için onlardan da hocalar yetiştirmek gerekiyordu. Erkeklerin, kendilerine mahrem olmayan kadınları hele ki böylesine bozuk bir zamanda okutmaya kalkmaları birçok mahzuru beraberinde getireceğinden bu işe şöyle bir çare buldu; Kendisi önce erkekleri okuttu, sonra erkek hocalara hanımlarını ve kızlarını okutmalarını emretti. Kocalarından veya babalarından okuyan hanımlar da diğer hanımları okuttular.
Kadınların nurlarını söndüren unsurlar erkeklerinkinden daha az olduğu için kısa zamanda kadın medreseleri çoğaldı ve yayıldı.
Öyle ki okuyan kadınların sayısı erkekleri geçti. Nice kızlar hâfızlık yaptı ve niceleri hoca olup sâir kadınların hidayetlerine vesîle oldular.
Mahmûd Efendi Hazretleri ilme teşvik babında vaazlarında defalarca şu sözleri tekrarlamıştır: "Boğaz köprüsünü alelâde marangozlar, demirciler yapabilir mi? Büyük mühendisler, büyük mimarlar lazım. İşte bu din köprüsünü de küçük hocalar yapamaz, büyük âlimler lazım."
Ulemâya, talebelere çok hürmet eder, hallerine ihtimam gösterir ve onların müşkilleriyle bizzat ilgilenirdi. İlmiyle âmil olmayan âlimlere olsun, mücerred hâfızlara olsun son derece tâzim eder, huzuruna girdiklerinde ayağa kalkar, uğurlarken kapıya kadar refâkat eder, hatta arabada dahi ön koltukta oturan hâfız ise ayaklarını ona doğru uzatmaz, derli toplu otururdu.
Okuyanlara ve okutanlara maddî ve mânevî yardım etmekte elinden gelen her türlü imkânı kullanırdı.
1962 yılında ders halkasına katılan Konyalı bir talebesi şöyle anlatmaktadır: "Fatih'te müezzindim. Sabah namazından sonra İsmailağa'ya gider, öğleye kadar Hoca Efendi'den ders okurdum. Öğleden sonra da müzâkere ve mutâla?a ile ilgilenirdim. Beş tane çocuğum vardı. Evin kirasını ödemekte de zorlanıyordum. Ek işte çalışmaya karar verdim. Bunun için ders okumayı bırakmam gerekiyordu. Bir gün dersten sonra Hoca Efendi'ye durumu arz ettim. Çok müteessir oldu. Bana beklememi söyleyip, kendisi kalkıp evine gitti, hanımının bileziklerinden üç tane alıp geldi. 'Al, bunlar sana hediyemizdir. Bozdur kiranı öde, lâkin dersten geri kalma' dedi."
Mahmûd Efendi Hazretleri, şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri gibi ilim ve tasavvufu cem eden zülcenâhayn bir zat idi.
Mahmûd Efendi tarîkat üzerinde titizlikle durmakla birlikte şer-i şerîften zerre kadar taviz verilmesine de asla müsaade etmemiştir. O her zaman rüyalara, zuhuratlara, keşiflere, kerametlere ve sâir hârikulâde hallere fazla itibar edilmemesi gerektiğini, asıl maksadın şerîat caddesinde istikamet etmek olduğunu dile getirmiştir.
Aşağıda zikredeceğimiz sözleri bu mevzûda ne kadar hassas davrandığını gözler önüne sermektedir:
"Mürşid olarak bilinen bir şahısta şerîatı tatbik var ise, o şahısta tarîkat da vardır. Şerîat yok ise tarîkat da yoktur, o şahıs mürşid olamaz."
"Kendinizi rüya veya zuhuratta çok güzel hallerde görebilirsiniz. Şerîata aykırı hal ve hareketleriniz olduğu halde böyle rüyalar görüyorsanız, biliniz ki bu rüyalar sizin için istidractır. İstidrac; Allâh-u Te?âlâ'nın âsi bir kulunu derece-derece helâka çekmesi demektir. Bu kadar çalışmalarımız niçin? Şerîatı iyi becerelim diye. Dön dolaş hep şerîat."
"İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhu) Hazretleri 2. cildin 50. mektubunda şöyle buyuruyor; 'Şerîatın hakîkatine kavuşmak için şerîatın sûretine uymak şarttır. Çünkü velâyetin (velîliğin) ve nübüvvetin (nebîliğin) bütün kemalleri, şerîatın sûreti üzerine kurulmuştur."
Mahmûd Efendi Hazretleri insanları sadece sözüyle değil, hâliyle de ilme ve ibadete teşvik etmiş, başladığı hiçbir ibadeti bırakmamış ve istikametiyle görenleri gayrete getirmiştir.
Farz namazların evvel ve âhirindeki sünnet namazların hâricinde teheccüd, işrak, kuşluk, evvâbîn, tahiyyetü'l-mescid ve abdest şükür namazı gibi nevâfili hiç terk etmemiş hatta bir defasında "Kuşluk namazını terk edeceğine Mahmûd ölsün daha iyi" buyurmuştur.
Pazartesi-perşembe orucunu, ramazanın son on günü îtikâfı terk ettiği görülmemiştir. Hadîs-i şeriflerde zikrolunan nâfile namaz, oruç ve zikir gibi ibadetlere devam etmiş, Müslümanları da teşvik etmiştir.
Üstad Hazretleri'nin unutulmuş sünnetleri diriltmesi, sünnetlerden mâadâ edeplere bile farz gibi riayet etmesi Müslümanlar tarafından sevilip takdir edilmesine vesile olmuştur. Türkiye'de "Takva" denilince, "Sünnet-i seniyyeye ittibâ" denilince akla gelen ilk isim olması bu dikkatinin netîcesidir.
Bir ara cemaatinin "Mahmûdçular" ismiyle zikredildiğini duyduğunda çok üzülmüş ve cuma hutbesinde şunları söylemiştir: "Mahmûdçular diyorlar. Allâh aşkına! Ben yeni bir din mi îcad ettim?! Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in günlük hayatta tatbik edilen dört bin küsur sünneti vardır, dördünü terk ettiğimi gören arkamda namaz kılmasın."
Mahmûd Efendi Hazretleri şer-i şerîfi bütün olarak gördüğü için sadece ilimle meşgul olup ibadette, zikrullâhın medresesi mesâbesinde olan tarîkat vazîfelerinde, dîni tebliğ etmekte ve emr-i bi'l-mâ?ruf nehy-i ani'l-münker yapmakta gevşeklik gösterilmesini asla tasvip etmezdi.
Bu mevzû ile alâkalı sarf ettiği şu sözleri zikretmek O'nun yolunun bir nebze olsun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
"Yatmadan evvel biraz ders (tarîkat virdi) ile meşgul olalım. Teheccüd namazından sonra devam edelim. İşrak vakti bitirelim. Ondan sonraki bütün vakitlerimizi ilme harcayacağız."
"Zikrullah, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e en büyük ittibâdır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) zikirsiz durmazdı. 'Rasulullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bana zikri emretti ben de zikrediyorum' demeli ve sabah akşam durmadan Allâh-u Te?âlâ'yı zikretmeli."
Emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i ani'l-münker yapılması gerektiğini beyan ederken şöyle derdi:
"İstanbul'un bütün evleri medrese olsa emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i ani'l-münker olmasa bir değer ifade etmez."
"Allah aşkına acıyın bu insanlara. Sel gibi cehenneme akıyorlar."
Üstadı Ali Haydar Efendi'den şu sözü çokça naklederdi:
"Dîn-i Mübîn-i İslam'ın devam ve bekası emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerin devam ve bekasına, Dîn-i Mübîn-i İslam'ın inkırâzı (yıkılması) ise emr-i bi'l-mâruf ve nehy-i ani'l-münkerin terkine bağlıdır."
Bu süreci Efendi Hazretlerimizin bacanağı ve yakın hizmetkarı Muhammed Keskin Hocaefendi şöyle anlatmaktadır:
"Takvimler 2022 yılı, 4 Haziran Cumartesi gününü gösterdiğinde Efendi Hazretlerimiz enfeksiyon teşhisiyle tekrardan hastaneye kaldırılmış ve hastanenin yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınmıştı. Yorgun bedenleri tedaviye karşılık vermekte zorlanıyordu. Durumu ara ara iyiye gider gibi görülse de sürekli ciddiyetini koruyordu.
Efendi Hazretlerimizin hastane ortamı normal bir hastane ortamı gibi değildi. Biz her namaz vaktinde bulundukları yoğun bakım odasına girer ezanları okur, teyemmüm abdestlerini yaptırır, namaz hazırlıklarını yapar ve namazları cemaat halinde kılardık. Yine her vakit namazın tesbih ve dualarını onun yanı başında yapıyorduk. Odasına her girişimizde Efendi Hazretlerimizi sever, ellerini öperdik.
Böylece devam eden bir süreç sonunda nitekim 22 Haziran Çarşamba günü sıhhî durumları daha da ağırlaşmıştı. Bugünün akşamı yatsı namazı vaktinde namaz görevlerimiz için odalarına girdiğimizde durumları hiç iyi gözükmüyordu.
Çok üzülerek odasından dışarıya çıkmış ve görevli doktorlara haber ulaştırmıştım, diğer hizmetli arkadaşlarım içeride Efendi Hazretlerimizin yanında bulunuyorlardı. Nitekim sıhhî durumun ağırlaşması nedeniyle doktorların rahat müdahalelerine imkân tanımak için arkadaşlarım da dışarıya çıkmak zorunda kaldılar.
Yoğun bakımda acil müdahaleleri böylece devam ederken bir müddet kendilerinden haber alamamıştık.
Bu nedenle özel doktorlarına ulaşmış ve mazeret beyan ederek bizler de içeriye girmiştik. Dr. Sinan Bey ve Dr. Adnan Beylerin Efendi Hazretlerimizin tedavi süreçlerinde uzun yıllar büyük hizmetleri olmuştu.
Doktorları acil müdahalelerini ve kalp masajlarını böylece uzun süre devam ettirmişlerdi. Hacı Annemiz başta olmak üzere aile fertlerine haber ulaştırmıştım ve tüm aile fertleri kısa süreler içerisinde hastane odasına toplanmışlardı.
Refikası Hacı Annemiz hemen yanı başında hazırlamış olduğum sandalyelerine oturdular, Efendi Hazretlerimizin mübarek elini ellerine alarak muhabbet, hüzün ve tevekkülle yanı başlarında bulunuyorlardı.
Gittikçe zayıflayan nabızları gece yarısına doğru saat 01:50 sıralarında artık hissedilemeyecek derecede zayıflamış veda vaktinin yaklaştığı artık iyiden iyiye hissedilmişti.
Hacı Annemiz üzüntüler içerisinde kelime-i tevhidler terennüm ediyor, ben deniz yüksek sesle zikirler, tesbihler çekiyor ve dualar ediyordum, diğer hizmetli arkadaşlarım da kısık sesle bana eşlik ediyorlardı.
Mübarek bedenlerinin sıhhî müdahaleye karşılık vermediği noktasında doktorları ile hemfikir olduğumuz için artık bunlarıda sonlandırtmıştık.
Anlamıştık ki; dostun dosta, sevgilinin sevgiliye, aşığın maşukuna kavuşma vaktiydi. Vakit, vuslat vaktiydi!
Süreç böyle devam etmekteyken Efendi Hazretlerimiz, her zamanki tefekkür ve murakabe hallerinde olduğu gibi gözlerini son bir defa daha semanın derinliklerine açıp ruh-u mübareklerini öylece teslim buyurmuşlardı."
İslâm'a ve Müslümanlara hizmetle geçen doksan beş yıllık koca bir ömür artık son bulmuş, alınan son nefes ile dünya alemine veda edilmiş, gönüller sultanı Mahmûd Efendi Hazretleri'nin muazzez ruhları, münevver cesetlerinden ayrılıp Refik-i Âlâ'ya kanatlanmıştı. Artık dünya alemini matem, berzah alemini bayram havası sarmıştı.
Nitekim Efendi Hazretlerimizin son resmî işlemleri yarım saat kadar kısa bir süre içerisinde hızla tamamlanarak mübarek naaşları yola çıkartılmış ve aynı gece hâne-i şeriflerine ulaştırılmıştı. Hane halkı üzgün, müridân mahzun ve alemi matem havası kuşatmıştı. Rüzgâr bir başka esiyor, kuşlar bir başka cıvıldıyordu.
Perşembe sabahı oğlu, torunları ve yakın hizmetkârları tarafından mübarek bedenleri yıkanarak techiz ve tekfini yapılmış ve ardından hâne-i şeriflerinde bulunan ve ömürlerinin son on beş yılını geçirdikleri gurfe-i saadetlerine (odalarına) çıkartılmıştı.
Kelamullah hâfızları mübarek naaşları başında sürekli hatimler okurken, ihvanı ve sevenleri kendisine bu mekandaki son ziyaretlerini yapıyorlardı.
REFİK-İ ÂLÂ'YA VUSLATI SÜRECİNDE YAŞANAN BİRTAKIM HALLER
Muhammed Keskin Hocefendi şöyle anlatıyor:
"Biz Efendi Sultanımızın durumunun iyiye doğru gittiğini düşünüyor ve iyileşeceğini bekliyorduk.
Vefatından 2-3 gün kadar önce Efendi Hazretlerimizin hizmetkârlardan Ömer Çite kardeşimizin bir yeğeni vardı, bunlar anne tarafından Abdülkadir Geylânî Hazretleri'nin soyundan geliyorlar.
Bu kardeşimiz bana telefon açtı ve: 'Hocam! Bu gece bir rüya gördüm. O rüyadan sabah namazı ezanlarıyla uyandım.
Rüyamda gökyüzünden bir bulut inmişti, aşağıda Efendi Hazretlerimiz bulunuyordu. Yeryüzüne inen bu bulutun içerisinden Abdülkadir Geylânî Hazretleri çıktı ve sonra Efendi Hazretlerimiz ile birbirlerine sarıldılar.' dedi.
Biz bu rüyayı Efendi Hazretlerimizin iyileşebileceğine yorumlamıştık, fakat sonradan anladım ki Abdülkadir Geylânî Hazretleri, Efendi Sultanımızı almaya gelmiş."
CENAZE NAMAZI
Cenaze namazı, yurt içinden ve yurt dışından gelecek nice muhibbânı düşünülerek cuma namazına müteakip Fatih Camii'nde kılınmak üzere bir gün ertelenmişti.
Cuma sabahı Fatih Camii'nin bulunduğu Fevzipaşa Caddesi ile birlikte Fatih Camii'ne bağlanan tüm ara sokaklar, polis ekipleri tarafından bariyerlerle araç trafiğine kapatılmıştı.
Kadınların cenaze teşyiine katılmaları uygun olmadığı için önceden ikazlar yapılmış ve hanım kardeşlerimiz de yapılan ikazları dikkate alarak genel manada cenazeye katılmamışlardı.
İnsanlar cami ve çevresindeki doluluğa göre kontrollü olarak alana alınırken bazı sivil toplum kuruluşları, cenaze törenine gelenlere su ve ikramlık dağıtıyorlardı.
Geceden itibaren ellerinde seccadeleriyle camiye ulaşmak isteyen Müslümanlar, Edirnekapı, Saraçhane, Balat ve Vatan Caddesi'nden Fevzipaşa Caddesi'ne ve Fatih Camii'ne bağlanan tüm cadde ve sokaklara doluşmuşlardı, İstanbul'un Fatih semtinin caddeleri ve sokakları adeta insan seli olmuştu.
Naaş-ı şerifleri hane-i saadetlerinden dualar ve okumalar eşliğinde son yolculuğuna çıkartılarak cuma vakti Fatih Camii avlusuna ulaştırılmıştı.
Nitekim cenaze namazları cuma namazından hemen sonra yapılan konuşmalar ve dualar eşliğinde İslâm tarihinde esine ender rastlanan ve takriben dört milyonu bulan bir kalabalık cemaat tarafından eda edilmiştir.
Oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu'nun kıldırmış olduğu cenaze namazı merasiminde yakınları, binlerce ulema ve milyonlarca sevenlerinin yanı sıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte birçok devlet ricali de hazır bulunmuşlardır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan burada yaptığı konuşmalarında şu ifadeleri kullanmışlardı:
"Bugün ilim, irfan ve hikmet sahibi bir önderi, ebediyete yolcu ettik. 1965-1966 yıllarında Fatih İmam Hatip'te öğrenciyken cuma namazına geldiğimde İsmailağa Camii'nde kendisini dinlemiş ve kendisiyle orada müşerref olmuştum. Sonra zaman zaman Yavuz Selim Camii'nde de sohbetlerinde bulunurduk.
Gerçekten bir ömür! Bu ümmetin mânevî mimarı olarak bulunmuş Hocaefendi Hazretleri'nin mücadelesi, şarktan garba uzayan bir mücadeledir... Bu mücadelede de farz, sünnet... Bunlardan asla zerre kadar tavizinin olmadığını biliyoruz. Son dönemlerinde tabi gerçekten çok çile çekti ve bu çilenin ardından bugün kendisini Hakk'a uğurluyoruz.
Yaş 93, kendisini tanıdık, bildik ve bu imanıyla da biz, sevgili Habibi'ne komşu olacağına inanıyoruz. Rabbim cümlemizi sevgili Habibi ile komşu kılsın. Bizleri de hep birlikte haşr-u cem eylesin."
Hıncahınç kalabalık teşyi cemaati, duygu seli içerisinde ve vakarla yollara koyulmuş, Fatih Camii'nden Sakızağacı Mezarlığı'na kadar koca caddeyi kapatmış şekilde uzanıyordu.
Mübarek naaş-ı şerifi taşıyan cenaze aracı Fevzipaşa Caddesi'nde bulunan bu kalabalık içerisinden geçmesi mümkün olamayacağından dolayı, Vatan Caddesi'nden geçirilerek Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği'nde bulunan hayatı boyunca yâdını dilinden düşürmediği, kendisine "Dost bahşişi Yusufum" diye hitap eden hocası ve şeyhi Ali Haydar Efendi Baba'nun kabr-i şerifinin yakınında bulunan aile kabristanına ulaştırılabilmişti.
Artık kaçınılamaz son ve mübarek naaşa veda vakti gelmiş, hınca hınç bir kalabalık, üzüntülü ve bağrı yanmış bir cemaat refakatinde, dualar ve Kur'ân-ı Kerim tilavetleri eşliğinde mübarek naaşları torunları tarafından istiratgâhına indirilmiş, son olarak bacanağı ve yakın hizmetkârı Muhammed Keskin Hocaefendi tarafından kefen bağları çözülmüş ve vedalaşılarak defin işlemleri böylece tamamlanmıştır.
Ebediyete uğurlanmalarının üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen kabr-i şerifleri sürekli ziyaretçi akınına uğramaktadır ve bu kabr-i şerifin başını ziyaretçilerinden boş bulabilmeniz neredeyse mümkün değildir.
Rabbimiz! Bu büyük dostunun yolundan ve izinden bizleri ayırma! Fani olan firâkımızı Firdevs-i Âlâ'nda cümle meşâyihımız ile birlikte Habibin Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in sohbet halkasında buluşmak ile hitâma erdir. Âmîn!
MAHMÛD EFENDİ HAZRETLERİ'NİN ESERLERİ
Mahmûd Efendi Hazretleri hayatının çoğunluğunu, müritlerini eğitmek, bu ümmet için âlimler ve vaizler yetiştirmekle geçirdi. Çünkü insanları eğitmek, kitap yazmaktan çok daha önemliydi. Pek fazla vakti olmasa da kaleme aldığı eserler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1-)Rûhu'l-Furkân Tefsîri
Efendi Hazretleri'nin en hacimli eseri mânevî bir işaret üzerine telifini başlattığı "Rûhu'l-Furkän" ismini vermiş olduğu Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri'dir.
Fıkıh, kelâm, tasavvuf gibi temel mevzularla alakalı meselelerin derinlemesine tahlîl edildiği bu tefsirin niçin yazıldığını Mahmûd Efendi Hazretleri bu eserin mukaddimesinde şöyle izah etmektedir:
"Kur'ân-ı Azîmuşşân'ın manasının kelime-kelime anlaşılmasına çok hevesli olduğumuz, sohbetlerimize iştirak eden kardeşlerimiz tarafından yakînen bilinmektedir.
Nice büyük âlimler, Kur'ân-ı Kerîm'i Türkçe tefsir ederek bu büyük kitabın manasını anlama hususunda milletimizin ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bu yüzden ziyade aciz olan bu kardeşiniz böyle büyük bir işe girişmeyi bu zamana kadar düşünmüş dahi değildim.
Ancak hicrî 1407 senesi Şaban ayının Beraat Gecesi'nde, Ravza-i Mutahhara'da bulunduğumuz sırada, Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından vâki olan mânevî bir işaretle, bu mühim işe başladık ve âyet-i kerîmelere kelime-kelime mana verilmesine ve gerekli izahlara ziyade ihtimam göstererek yola çıktık."
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin riyaset ettiği ve Cübbeli Ahmet Hocaefendi'nin idaresinde yazımı devam eden tefsirin 19.cildi basılmış, diğer ciltler için de çalışmalar devam etmektedir. Mevlâ Teâlâ hitâma erdirsin. Âmîn!
Mahmûd Efendi Hazretleri bu tefsire olan iştiyakını şöyle dile getirmişlerdir:
"Elhamdülillâh şimdi Rûhu'l-Furkân Tefsîri de var. Hiç lugata gerek duymadan anlaşılabilen lisanla yazıldı. Bunları okuyalım."
"Günde bir saat, olmazsa yarım saat, hiç olmazsa on beş dakika Rûhu'l-Furkân Tefsîri okuyun. Rûhu'l-Furkân Tefsîri'nin misli yazılmamıştır, onu yazmayı bize Rasûlüllâh (Sallâllahu Aleyhi ve Sellem) emretti."
"Beş şeyi yapan benimle beraberdir; sünnet üzere yatmak, sabah ve akşam Haşr Sûresi'nin son üç âyetini okumak, Rûhu'l-Furkân'dan hiç olmazsa beş dakika okumak, Risâle-i Kudsiye'den bir beyit dahi olsa okumak ve Kur'ân-ı Kerîm'den günde bir cüz, hiç olmazsa yarım cüz veya beş sayfa okumak."
2) Kur'ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlisi
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin riyasetinde bir önceki maddede isimleri geçen ilmî heyet tarafından, Kur'ân-ı Kerîm'i doğru anlamak için hazırlanmış tefsirli bir meâldir.
Kitabın en belirgin özelliği; meâller arasına ustalıkla yerleştirilen tefsirlerin, cümlenin bütünlüğünü bozmayacak şekilde konulmuş ve âyet meâllerinin ayrı bir renkle tefsirlerden ayırt edilmiş olmasıdır.
Ayrıca yeri geldikçe âyetlerin sebeb-i nüzullerine, konu ile ilgili kıssalara ve âyetten çıkan hükümlere de değinilmiş, zarûrî izah gerektiren bölümler parantezlerle ifade edilmiştir
Tefsirsiz meâl okumak sakıncalı olduğu için sebeb-i nüzul, nâsih, mensûh gibi mühim konular ise dipnot ve müfîd izahlar ile meâl içerisinde açıklanmıştır.
3) Kur'ân-ı Mübîn ve Kelime Manalı Meâl-i Âlisi
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin, Kur'ân-ı Kerim'e mana verirken takip ettiği öğretici, soru edatlı, kırık mana ve toplu mana üslûbu üzere hazırlanan bu çalışma, bu tarzda hazırlanmış ilk eser olma özelliğini taşımaktadır.
4) Sohbetler
Mahmûd Efendi Hazretleri sohbetlerinde okuduğu her âyeti tefsir eder ve izahlı bir şekilde anlatır, yeri geldiğinde konu ile alakalı âyetleri; sûre adını vererek okurdu.
Yine sohbetlerini Arapça, Osmanlıca ve Farsça olarak okuduğu hikmetli beyitlerle süslüyor, her ke-simin anlayacağı bir dilde yapıyordu.
Mahmûd Efendi Hazretleri, elli yıldan fazla bir zaman boyunca vaaz ve ders vermeyi sürdürmüştür. Bu zengin hazineleri ortaya çıkartmak, talebelerinin ve sevenlerinin hizmetine sunmak için bazı dertli hanım kardeşlerimiz tarafından hasbelkader bu sohbet ve vaazlar kayıt altına alınmış ve (şu ana kadar 10 cilt olarak) kitap haline getirilmiştir. Diğer vaazlarını da kitap haline getirme çalışmaları devam etmektedir.
5) Risâle-i Kudsiyye Şerhi
Mahmûd Efendi Hazretleri her sohbetinin başında, İsmet Efendi Tekkesi'nin kurucusu olan Nakşî Târikatı Hâlidî Kolu meşâyıhından Mustafa İsmet Garîbullâh Büyük Şeyh Efendi'nin (Tarikat-ı Âliyye'yi Istanbul'a getirdiği için (mânevî bir işaretle) Ali Haydar Ahıshâvi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri onun "Büyük Şeyh Efendi" olarak anılmasını emir buyurmuş ve onun devrinden itibaren Mustafa İsmet Garibullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri bu şekilde anılagelmiştir.) Risâle-i Kudsiyye isimli manzum eserinden bir beyit okur ve onu şerh ederdi.
İşte Risâle-i Kudsiyye'ye yapmış olduğu bu şerh ve izahlar toplanarak bunlardan iki ciltlik güzide bir eser meydana getirilmiştir.
Bu eserin (Risâle-i Kudsiyye'yi) her daim okunmasını tavsiye eden Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur:
"Onu okumaya devam etmeli, hiç bırakmamalı. Zira insanda bulunan feyiz, zaman zaman kaçabilir.
Büyük Şeyh Efendi'ye Risâle-i Kudsiye'nin yazdırılma sebeplerinden biri de müridlerden feyiz kaçtığı, huzurları kalmadığı zaman bu kitabı okumalarıyla o feyzin tekrar yerine gelmesi içindir.
Nitekim Büyük Şeyh Efendi bir beyitte şöyle buyurur:
'Ânın için yaz dediler bu kitâbı,
Ki sâlik zevk alıp gitsin hicâbı.'
Şunun için bu kitabı (Risâle-i Kudsiyye'yi) yaz dediler. Sâlik zevk alsın, kalbinden perdeler gitsin."
6) Hikmetli Sözler
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin bütün sohbetlerinde üzerinde durduğu üç ana konu; ilim, amel ve ihlastır.
Kendisi, bu hususu defaatle ifade ederek şöyle buyurmuşlardır: "İlim, amel, ihlas üçü bir arada olsun, bunları cem et, dünyayı fethedersin."
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin kıymetli sözlerinden bir bölümü, uzun süren titiz bir çalışma sonucunda bu "İlim, Amel ve İhlas" başlıkları altında cem edilmiştir.
7) Tembîhât
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin, yorgunluğunun ziyâde olduğu dönemlerde tâkâtı yettikçe toplanan ihvanına yaptığı kısa kısa tembih ve nasihatlerinin cem edildiği kıymetli bir eserdir.
Bir tanesine misal verecek olursak:
"Efendi Babam hiç durmaz, devamlı tebliğ vazifesinde bulunurdu ve: 'Oğlum! Söz verdim Rabbime, O'nun emir ve nehiylerini ölene kadar insanlara duyuracağım.' derdi.
Şâhid olunuz ki acizâne olarak ben de Rabbime söz veriyorum! Bu can, bu tende olduğu müddetçe acizliğimle birlikte bu dine hizmet edeceğim. Sizler de böyle söz verin!"
8) İrşâdü'l-Mürîdîn
Virdler, vazifeler, hizmetler gibi tarikat yolcusuna lazım olan tüm erkân ve âdâbın, Mahmûd Efendi Hazretleri'nin vaaz-u nasihatlerinden derlenerek konu onu beyan edildiği bir eserdir.
9) Füyûzâtü'l-Vâsıta (Delilleri ile Râbita ve Tevessül)
"Râbıta, Tevessül ve Teberrük" gibi konuları delilleri ile açıklayan bu kıymetli kitapta, Mahmûd Efendi Hazretleri'nin dilinden hem ilmî, hem de mânevi olarak yeterli derecede izahlara yer verilmiş olması yönünden faideli bilgiler içeren bir eserdir.
10) Zikir Risâlesi
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin bizâtihî başladığı, daha sonrasında ise onun eserlerinden istifade edilerek tamamlanan bu kıymetli eserde; zikrin faziletleri, çeşitleri, ehemmiyeti, edepleri ve tarikat-ı aliyyede zikrin nasıl olduğuna dair birçok konu ele alınmıştır.
Özellikle de zikrin, insana kazandırdığı mertebeler tasavvuf açısından değerlendirilmiştir.
ÂLİMLERİN KENDİSİ HAKKINDAKİ SÖZLERİ
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin şeyhi , son dört padişahın huzur hocası, dört mezhebin müftüsü ve Meşîhat-ı İslamiyye'de heyet-i te'lîfiyye reisi olan Ali Haydar Efendi Hazretleri Kendi yerine bıraktığı Mahmûd Efendi Hazretleri hakkında: "(İlahî koruma sayesinde) Henüz Mahmûd'umun sol tarafına bir seyyie(günah) yazılmamıştır. Mahmûd'umun eli Benim elimdir. Bende ne varsa Mahmûd'uma verdim. O'nu sevmeyen âhirette Beni göremez." buyururlardı.
Ali Haydar Efendi'den ve Zâhid el-Kevserî'den mücaz olan büyük âlim Emin Saraç Hocaefendi, Mahmûd Efendi Hazretleri'ni sıkça ziyaret eder ve çeşitli vesilelerle: "Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin murâdını Mahmûd Efendi hayata geçirmiştir, çünkü Ali Haydar Efendi'nin tek arzusu ilmin yayılması ve (sakal, cübbe-şalvar ve çarşaf gibi) islam şiârının canlanmasıydı" derdi.
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin zâhirî ilimdeki üstadı Hacı Dursun Fevzi Efendi: " Mahmûd Efendi Hazretleri'nin arkasında namaz kılan, İmam-ı Âzam Efendimizin ardında kılmış gibidir" derdi .
Kendisi evvelki meşayıhtan icazetli bir şeyh olduğu halde ilk önce Ali Haydar Efendi Hazretleri'ne intisab edip O'nun halifesi olmuş, daha sonra Mahmûd Efendi Hazretleri'ne intisab ederek O'nun yüce makamını itiraf etmiştir.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri'nin yedinci torunu ve Medîne-i Münevvere'deki Mazharî Ribâtı'nın son şeyhi olan Muhammed Mazhar el-Fârûkî Hazretleri, Mahmûd Efendi Hazretleri'ni İstanbul'da ziyaret etmiş ve:
"Ben âlemleri gezdim, bu asırda Mahmûd Efendi gibi şerîat ve tarîkatı birlikte yaşayan bir zat görmedim" demiştir.
İslam âleminin en büyük âlimlerinden ve Ehl-i Sünnet'in en büyük müdâfîlerinden olan Büyük Kutub Allâme Seyyid Muhammed Alevî el-Mâlikî (Rahimehullâh) Mahmûd Efendi Hazretleri'ni İstanbul'daki dergâhında birkaç defa ziyaret etmiş, vefatından önce on gün kadar Kendisinin misafiri olmuş ve:
"Dünyada birçok cemaatler gördüm. Kimisi ilme önem verip tasavvufu zâyi etmiş, kimi de tasavvufa ihtimam gösterip ilmi zâyi etmişlerdir, ama Mahmûd Efendi ve cemaati ilimle ameli, şerîatla tarîkatı birlikte yaşayıp-yaşatan müstesna cemaatlerdendir.
Bu kadar kalabalık müridi olup da kendisini öne çıkarmayan ve son derece tevâzû sahibi olan bir zat mutlaka evliyâullâhın kutuplarından biri olması gerekir, zira bu makam normal bir velîde tahakkuk etmez" demiştir.
2009 senesinin yaz aylarında vâki olan Şâm-ı Şerîf ziyaretinde akdedilen ulemâ ve meşâyih meclisinde Allâme Muhammed Saîd Ramazan el-Bûtî bu mevzûya işaret edip Mahmûd Efendi'ye "Türkiye'deki sırrı siz muhafaza ettiniz" demişti.
Yine 2009 yılının Aralık ayında Mahmûd Efendi'yi ziyarete gelen Büyük Muhaddis Allâme Muhammed Avvâme, bir sohbet esnasında etrafında toplanan on bin kadar talebeyi gördüğünde Hazreti Ali Efendimiz'in (Kerremellahu Vechehû) Kûfe'ye gelişinde İbni Mes?ûd (Radıyallâhu Anh)'ın talebelerinin O'nu karşılamaya çıkışlarını zikrederek Hazreti Ali (Kerremellahu Vechehû)nun İbni Mes?ûd (Radıyallâhu Anh) hakkındaki;
"Allâh İbni Mesûd'a rahmet etsin. Gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş" sözünü nakledip akabinde;
"Allâh Mahmûd Efendi'ye merhamet etsin. Gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş" demişti.
Mahmûd Efendi Hazretleri'nin ilim, amel ve ihlastaki yüksek mertebesine daha birçok âlim değinmiştir ki, Büyük Muhaddis merhum Abdulfettâh Ebû Ğudde kendisini mescidinde ziyaret edip hürmetlerini arz etmiştir.
Medîne-i Münevvere'nin kutuplarından olup dünyadaki bütün velilerin meclisinde toplandığı Muhammed Zekeriya el-Buhârî Hazretleri rüyasında Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)'i görmüş, Kâinatın Efendisi'nin hemen ardında da Mahmûd Efendi Hazretleri'ni, ayağını Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek ayağını kaldırdığı yere koyarken görmüş, bunun üzerine Mahmûd Efendi Hazretleri'ne: "Ben Buhara'da Seyr-u Sulûkümü tamamlayamadım, siz bana tamamlattırır mısınız? diye ricada bulunmuş. Efendi Hazretleri de: "Siz manen tamamlamışsınız" diyerek tevazu göstermiştir.
Şâm-ı Şerîf'in fukahâsından Abdurrezzak Halebî Hazretleri Mahmûd Efendi Hazretleri'nin en büyük âşıklarından olup talebelerine daima onu tanıtmaya çalışmıştır.
Son devrin Hanefi fukahâsının en büyüklerinden olan Merhum Edîb Kellâs Hazretleri yüz yaşına yaklaşmış iken ellerde taşınarak Şâm-ı Şerîf ziyaretlerinde Efendi Hazretleri'ni ziyarete gelmiş ve onun hakkında: "Kalbimin sevgilisi"diye ihtiramda bulunmuştur.
Türkiye meşâyıhının ulularından, Kelâmî Dergâhı Postnişîni Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin âhiretliği olan Mahmûd Sami Ramazanoğlu Hazretleri, Mahmûd Efendi Hazretleri'ni mescidinde ziyaret ederek O'nun yüce makamını tasdik etmiştir.
Gümüşhânevî kolunun önde gelen meşâyıhından Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, Mahmûd Efendi Hazretleri'ni sürekli ziyarete gelmiş ve cenazesinin yıkanmasını ve namazının kıldırılmasını kendisine vasiyet etmiştir.
Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin âhiretliği olan Alvarlı Muhammed Lutfî Efe Hazretleri'nin âhiretliği olan, Rasûlüllâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)'in kabr-i şerifinin kapısı herkesin önünde kendisine açılan ve vefatından altı ay sonra kabrinden çıkartıldığında kefeninde hiçbir leke bulunmaksızın etrafa misk kokuları saçan Hacı Salih Efendi Hazretleri, Mahmûd Efendi Hazretleri'nin müridi gibi Pazar sohbetlerine katılır ve O'nun hakkında: "Kutb-u Medar bu Zattır, görmüyor musunuz, dünya etrafında dönüyor" buyurmuştur ki bu fakir bunu bizzat kulaklarımla duymuşumdur.
Son dönemde Kur'an'a çok büyük hizmeti geçmiş olan Gönenli Mehmed Efendi Hazretleri, Mahmûd Efendi Hazretleri'ni sık sık ziyaret ederdi. Oğlu vefât ettiğinde Efendi Hazretlerimizle birlikte kendisine tâziye ziyaretine gittiğimiz zaman Efendi Hazretlerine hitaben : "Senin yaptıklarını biz beceremedik, ortalığı sakallılarla ve çarşaflılarla doldurdun. Bir kere rüyamda semânın bir katında evliyâullahın toplantısına katıldım, tanıdığım bütün meşâyıh oradaydı, seni göremeyince sağa sola bakındım. O zaman hâtiften: "Mahmûd'u aşağılarda arama. Yukarı bak! Yukarı! " diye nida edildi " demiştir.
Son devir Osmanlı Ulemasından ve Medîne-i Münevvere meşâyıhından olan Hattat Mustafa Necati Erzurûmî Efendi Hazretleri, Mahmûd Efendi Hazretlerine çok tazim eder, Medîne-i Münevvere'de kaldığı otellerde Efendi Hazretlerini ziyaret eder ve :
"Şeytan senden kaçtığı kadar kimseden kaçmıyor. Bu zamanda şeytanın en büyük düşmanı sensin. " derdi.
Muhammed Ali Sâbûnî gibi dünya çapında Meşhur Allame, Mahmûd Efendi Hazretlerine intisab etmiş ve :
"Bu Zât sadece Türkiye'nin değil, bütün dünyanın şeyhidir. " demiştir.
Seyda Cezerî'nin halifesi büyük âlim Mehmet Emin Er, Suud ulemasından Seyyid İbrahim Ahsâî, Mekke ulemasından Ahmed Nurseyf, Medîne-i Münevvere'de bulunan Arif Hikmet Kütüphanesi müdürü büyük âlim Ali Ulvi Kurucu, Erzurum müftüsü Halis Efendi gibi Üstadımız Hazretlerini ziyaret eden, kendisinin yüceliğini itiraf eden ve kendisine intisab eden daha birçok zevât-ı kirâm vardır ki bunları tek tek saymaya ne bizim ömrümüz, ne yaşımız, ne de imkanlarımız müsait değildir.
Allah-u Teâlâ Bu Yüce Ğavs'ın dünyada himmetlerini, âhirette şefâatlerini cümlemize nasip eylesin. Âmîn!
Kaynak: www.marifetdernegi.org/efendihazretleri